Adam arabasında oturmuş, bir fahişenin sokaktan gelişini izliyordu. Kadın kendisini “Chiffon,” diye tanıtmıştı. Belli ki gerçek adı değildi. Ve adam, kadın hakkında bilmediği daha çok şey olduğundan emindi.
Onu konuşturabilirim, diye düşündü. Ama burada değil. Bugün değil.
Kadını bugün öldüremezdi de. Hayır burada olmazdı. Kadının herzaman çalıştığı “Kinetic Custom Gym” denen yerde bunu yapamazdı. Oturduğu yerden salonun vitrin camından yıpranmış olan ve kimsenin çalışmadığı ağırlık aletini görebiliyordu. Bildiği kadarıyla bugün egzersiz yapmak için kimse gelmemişti.
Sosyal olarak kabul edilebilir bir davranış değil, diye düşündü sırıtarak.
Bu mekanda yıllar önce çalışan bir esmeri hallettiğinden beri bu mekana çok fazla gelmiyordu. Elbette kadını burada öldürmemişti. Ekstra hizmetler karşılığı daha fazla para ödeyeceğini vaadederek onu bir otel odasına götürmüştü.
O günden beri bir cinayet tasarlamamıştı. Kadının başına taktığı plastik torba yalnızca biraz tehlike fantezisi eklemek içindi. Ama bunu yaptıktan sonra kendisini ne kadar iyi hissettiğine şaşırmıştı. Bu hayatı boyunca duyduğu zevklerden ayrılan, sıradışı bir keyifti.
Yine de bu kaçamağından sonra daha dikkatli ve kendini dizginleyerek davranıyordu. Ya da en azından geçen haftaya kadar, şu eskort kızla aynı ölümcül oyunu oynayana kadar... Sahi kızın adı neydi?
Ah, evet, diye hatırladı. Nanette.
Nanette isminin gerçek olup olmadığından o zaman da şüphelenmişti. Artık asla öğrenemeyecekti. Kızın ölümünün bir kaza olmadığını kabul ediyordu. Gerçekten değildi. Bunu yapmak istemişti. Ve vicdanı tertemizdi. Tekrar yapmak için hazırdı.
Adının Chiffon olduğunu söyleyen bir kadın yarım blok öteden, sarı bir tüp bluz ve zorla farkedilen bir etek giymiş olduğu halde, cep telefonuyla konuşarak imkansız sayılacak yükseklikteki topuklu ayakkabılarıyla sendeleyerek spor salonuna doğru yaklaşıyordu.
Adam, bu kadının adının gerçekten Chiffon olup olmadığını merak ediyordu. Bir önceki buluşmaları kadının hatası nedeniyle kötü geçmişti, kendi hatası nedeniyle değil. Kadındaki bir şey ona itici gelmişti.
Adam, kadının iddia ettiğinden daha yaşlı olduğunu çok iyi biliyordu. Bu yalnızca onun bedeniyle ilgili değildi çünkü genç fahişeler de doğum nedeniyle vücutlarında çatlak izleri taşıyorlardı. Ayrıca yüzündeki kırışıklıklarla da ilgili değildi. Adam fahişelerin tanıdığı bütün kadınlardan daha çabuk yaşlandıklarını biliyordu.
Bunun üzerinde fazla durmayacaktı. Ama o kadın hakkında kafasını karıştıran çok şey vardı. Bazen, bir işe yeni başlamış bile olsa bir profesyonele yakışmayacak acemi bir genç kız heyecanı sergiliyordu.
Bir çocuk oyun oynuyormuş gibi çok fazla kıkırdıyordu. Çok hevesliydi. Daha da tuhafı adam onun işini severek yaptığını anlamıştı.
Gerçekten seks yapmaktan hoşlanan bir fahişe, diye düşündü kadın yaklaşırken. Böyle bir şeyi kim duymuş olabilir ki?
Açıkçası bu onu soğutuyordu.
Ama en azından onun bir gizli polis olmadığından emindi. Hemen o anda yakalanmış olurdu çünkü.
Kadın onu görebilecek kadar yaklaştığında adam arabanın kornasına bastı. Kadın bir an için telefonla konuşmayı kesip, sabah güneşinde gözleri parlayarak adama doğru baktı. Adamın kim olduğunu anladığında tüm dünyayı mutlu edecek gibi gülümseyerek el salladı.
Sonra spor salonunun arkasındaki “servis” girişine ilerledi. Kadının muhtemelen genelevin içinde bir randevusu olduğunu anladı adam. Farketmezdi. Bu özel duygular içinde bulunduğu başka bir gün kadını yine kiralayabilirdi. Bu arada etraf başka sokak kadınlarıyla dolmuştu.
Adam en son nasıl ayrıldıklarını anımsadı. Neşeli, iyi huylu ve pişmandı kadın.
“Dilediğin zaman yine gel,” demişti. “Bir dahaki sefere daha iyi olacak. Bunu birlikte başaracağız. Gerçekten çok heyecanlı olacak.”
“Ah, Chiffon,” diye kendi kendine söylendi. “Hiçbir şey bilmiyorsun.”
Riley’in çevresinde silah sesleri duyuldu. Sol tarafında tabancaların gürültülü atış sesleri vardı. Sağ tarafında daha ağır silahlardan, saldırı tüfekleri ve makineli tüfeklerden kesik kesik açılan ateşin sesini duydu.
Kargaşanın ortasında, belindeki kılıftan Glock silahını çekti, yere yüzükoyun yatıp altı el ateş etti. Dizlerinin üzerine kalkıp üç el daha ateş etti. Ustalıkla ve çabucak silahını doldurarak ayağa kalkıp altı el ateş etti ve sonunda dizlerinin üzerine çökerek sol eliyle üç el ateş etti.
Ayağa kalktı ve silahını kılıfına koydu. Sonra atış sahasından ayrılarak kulaklıklarını ve göz koruyucularını çıkardı. Anahatları şişe şeklinde olan hedef yirmi beş metre uzaktaydı. Bu uzaklıktan bile tüm atışlarını birden güzelce isabet ettirdiğini görebiliyordu. Komşu şerit içindeki FBI Akademisi kursiyerleri, eğitmenlerinin gözetiminde kendi alıştırmalarını yapıyorlardı.
Riley iş başında daima silahlı olmasına rağmen silahını ateşlemeyeli uzun zaman olmuştu. FBI’ın atış poligonunda küçük bir talim için bu şeridi ayırtmıştı. Silahın güçle geri tepişinde, ham kuvvetinde tatmin edici bir şeyler vardı.
Arkasından birisinin seslendiğini duydu.
“Eski okul günleri gibi değil mi?”
Döndüğünde, Özel Ajan Bill Jeffreys’in yanında durup gülümsediğini gördü. Riley de gülümsedi. Onun ‘’eski okul’’ ile tam olarak neyi kastettiğini iyi biliyordu. Birkaç yıl önce FBI canlı ateşleme için silah yeterlilik kurallarını değiştirmişti. Yatar pozisyonda ateş etmek eski talimin bir parçasıydı ve şimdi buna gerek görülmüyordu. Artık üçle yedi metre arasındaki yakın hedefleri vurmaya daha fazla önem veriliyordu. Bu, ajanların yakın mesafelerdeki silahlı çatışmalara girdiği sanal gerçeklik üssü tarafından geliştirilmişti. Stajyerler on dönümlük yapay kasaba Hogan’s Alley’de sahte teröristlerle boya silahları ile savaşmaya gidiyorlardı. “Bazen eski okula gitmeyi istiyorum,” dedi Riley. “Birgün gerçekten yakından öldürücü güç kullanmak zorunda kalabilirim.”
Riley kişisel deneyimlerinden, gerçek tehlikenin daima çok yakın, şahsi ve beklenmedik olduğunu biliyordu. Aslında yakın zamanda iki davada yumruk yumruğa kavga etmek zorunda kalmıştı. Saldırganlardan birini kendi bıçağıyla ve diğerini de bir taşla öldürmüştü.
Atış talimini bitirip uzaklaşan stajyerleri işaret ederek, “Bu çalışmaların bu çocukları gerçeklerine hazırlayacağını sanıyor musun?” dedi Bill.
“Pek sanmıyorum,” dedi Riley. “Sanal gerçeklikte beyin senaryoyu gerçek olarak algılamaz çünkü kontrol edilecek bir tehlike, acı ya da öfke yoktur. İçimizde bir yerde gerçekten öldürülmeyeceğimizi biliriz.”
“Doğru,” dedi Bill. “Bizim yıllar önce yaptığımız gibi onlar da bunun gerçekten neye benzediğini anlamalılar.”
Riley, ateş alanından uzaklaşırlarken yandan Bill’e baktı.
Tıpkı kendisi gibi o da kırk yaşındaydı ve koyu renk saçlarında beyazlar vardı. Riley Bill’i zayıf, narin erkek komşusuyla karşılaştırmasının ne anlama geldiğini düşünüyordu.
Adı neydi? diye sordu kendine. Ah, evet, Blaine.
Blaine iyi görünüyordu ama Riley onun parası var diye Bill’e yol vermek isteyip istemediğinden emin değildi. Bill güçlü, kuvvetli ve oldukça çekiciydi.
“Buraya neden geldin?” diye sordu Riley.
“Burda olabileceğini duydum,” dedi Bill.
Riley huzursuzlukla ona baktı. Bu yalnızca arkadaşça bir ziyarete benzemiyordu. Bill’in ifadesinden onun henüz kendisine söylemek istediği şeyi söylemediğini sezinliyordu.
Bill, “Eğer atışa devam edeceksen senin için zaman tutabilirim.” dedi.
“Bu çok iyi olur,” dedi Riley.
İkisi, Riley’in atabilecekleri serseri kurşunlara hedef olmayacağı ayrı bir bölüme geçtiler. Bill zamanlamayı çalıştırırken, Riley FBI’ın silah yeterlilik seviyelerini hedefe ateş ederek önce üç, sonra beş ve sonra yedi ve en son da on beş metre için sırayla geçti. Riley beşinci ve en son aşama olan barikatın arkasından yirmi beş metreye ateş etmeyi biraz zorlu bulmuştu.
Riley ateş etmeyi bitirdiğinde kaskını çıkardı. O ve Bill hedefe gidip sonuca baktılar. Tüm kurşun izleri düzgün biçimde bir araya toplanmışlardı.
“Yüzde yüz mükemmel sonuç,” dedi Bill.
“İyi oldu bu,” dedi Riley. Hamlanmış olmaktan nefret ediyordu.
Bill hedefin arkasındaki tel koruyucuyu işaret etti.
“Gerçeküstü bir tür değil mi?” dedi.
Bir sürü beyaz kuyruklu geyik tepenin üzerinde keyifle otlanıyordu. Aslında Riley’in ateş ettiği sırada oraya toplanmışlardı. Riley’in elindeki tabancaya göre bile kolay hedeftiler. Ama onlar üzerinde durdukları yüksekliğin hemen altından geçip hedefleri vuran binlerce kurşunu hiç umursamıyorlardı.
“Evet,” dedi Riley, “ve güzeller.”
Yılın bu zamanı bu bölgede geyikler çok görülürdü. Avlanma zamanıydı ve nedense geyikler burada güvende olacaklarını hissediyorlardı. Aslında FBI Akademisi’nin arazisi tilkiler, hindiler ve sıçan gibi hayvanlar için bir vahşi yaşam cennetiydi.
“Birkaç gün önce öğrencilerimden biri araba park alanında bir ayı gördü,” dedi Riley.
Riley koruyucu tele doğru birkaç adım attı. Geyikler başlarını kaldırıp ona baktılar ve yürüyüp gittiler. Silahların ateşlenmesinden korkmuyorlardı ama insanlara çok yakın olmak istemiyorlardı.
“Oların bunu nasıl bildiğini düşünüyorsun?” diye sordu Bill. “Yani burasının güvenli olduğunu. Bunca silah sesine rağmen.?”
Riley sadece başını salladı. Bu onun için bir sırdı. Babası onu çok küçükken ava götürmüştü. Babasına göre geyikler yalnızca yiyecek ve saklanmak demekti. Uzun yıllar boyunca Riley’in onları öldürmesi onu fazla ilgilendirmemişti. Ama bu durum sonradan değişmişti.
Bu konuyu şimdi düşünmek Riley’e tuhaf geliyordu. Eğer çok gerekliyse bir insana öldürücü güç kullanmakta zorlanmıyordu. Ama şu masum canlılardan birini öldürmek ona inanılmaz geliyordu.
Riley ve Bill yakındaki dinlenme yerine gidip bir banka oturdular. Buraya neyle ilgili konuşmaya geldiyse Bill hala suskun görünüyordu.
“Sen neler yapıyorsun?” diye sordu Riley kibarca.
Bunun hassas bir soru olduğunu biliyordu ve Bill’in çekincesini görüyordu. Bill’in işi ve ev yaşamı arasında yıllar süren gerginlikten sonra karısı onu kısa bir süre önce terk etmişti. Bill küçük çocuklarıyla görüşememekten dolayı üzülüyordu. Artık Quantico kasabasında bir dairede yaşıyordu ve haftasonlarını oğullarıyla geçiriyordu.
“Bilmiyorum Riley,” dedi. “Buna nasıl alışacağımı bilmiyorum.”
Açıkça yalnızlık çekiyor ve üzülüyordu. Kendi ayrılık ve boşanma süreci içinde bunları yeteri kadar yaşamıştı Riley. Üstelik ayrılıktan sonraki sürecin özellikle çok hassas olduğunu biliyordu. İlişki çok iyi gitmemiş olsa bile kendinizi yabancı bir dünyada, dostuluğun kaybolmuş yıllarında ve kendi başınıza ne yapacağınızdan tam emin olmadığınız bir durumda buluyordunuz.
Bill, Riley’in koluna dokundu. Duygulanmış olduğu için sesi biraz kalındı ve, ‘’Bazen hayatta elimde kalan tek şeyin… sen olduğunu düşünüyorum.’’ dedi.
Bir an Riley ona sarılmak istedi. İş ortağı olarak çalıştıkları zamanlarda Bill onu hem fiziksel hem de psikolojik olarak pek çok kez kurtarmıştı. Ama dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Ayrıca insanların bu tür zamanlarda biraz çılgın olabileceklerini de biliyordu. Kendisi alkollü olduğu bir gece Bill’i aramış ve ona ilişki teklif etmişti. Şimdi durumlar tersine dönmüştü. Bill’in kendisine bağlanmaya hazır olduğunu, kendisinin ise tek başına yeterince özgür ve güçlü olduğunu hissetmeye başlamıştı.
“Biz iyi ortaklardık,” dedi. Bu söz çok sıradandı ama söyleyecek başka söz bulamamıştı.
Bill uzun ve derin bir nefes aldı.
“Bu konuda konuşmak için buraya geldim,” dedi. “Meredith seni Phoenix davasına çağırdığını söyledi. Ben bu davada çalışıyorum. Bir ortağa ihtiyacım var.”
Riley yalnızca kızgınlık hissiyle doldu. Bill’in ziyareti bir tür pusu gibi görünüyordu.
“Meredith’e bu konuyu düşüneceğimi söyledim,” dedi.
“Ve şimdi ben sana soruyorum,” dedi Bill.
Aralarında bir sessizlik oldu.
“Peki ya Lucy Vargas?” diye sordu Riley.
Ajan Vargas Bill ve Riley’le son davalarında birlikte çalışan yeni bir ajandı. Her ikisi de onun çıkardığı işten etkilenmişlerdi.
“Ajan Vargas’ın bileği henüz iyileşmedi,” dedi Bill. “En azından bir ay daha bölgeye gelemez.”
Riley bu soruyu sorduğu için kendisini aptal gibi hissetti. Kendisi, Bill ve Lucy zincir katili olarak bilinen Eugene Fisk davasında birlikte çalışırlarken Lucy düşerek bileğini kırmıştı ve neredeyse öldürülüyordu. Elbette bu kadar çabuk göreve dönmesi beklenemezdi.
“Bilmiyorum Bill,” dedi Riley. “İşe ara verdiğimde kendimi daha iyi hissettim. Şu andan itibaren yalnızca eğitim vermeyi düşünüyorum. Sana tek söyleyebileceğim şey Meredith’e söylediğimin aynısı olacak.”
“Bu konuda düşüneceksin.”
“Doğru.”
Bill hoşnutsuzlukla homurdandı.
“En azından biraraya gelip bu konuyu tekrar konuşabilir miyiz?” diye sordu. “Belki yarın?”
Riley bir süreliğine yine sessiz kaldı.
“Yarın olmaz,” dedi. “Yarın bir adamın ölümünü izlemek zorundayım.”
О проекте
О подписке