Читать книгу «Yalvaran» онлайн полностью📖 — Блейка Пирс — MyBook.
image
cover

Halletmesi gereken son birkaç rötuş kalmıştı. Bazı mobilyalar oldukça eskiydi ve bu yepyeni evde sevimsiz duruyorlardı. Duvarlardan biri tamamen boş görünüyordu ve Riley’in oraya asacak tablosu yoktu. Bu haftasonu April’le alışveriş yapmayı aklına koydu. Şeytan katiller peşinde koşan bir ajan yerine iyi bir ailesi olan kadın fikri Riley’e çok rahatlatıcı gelmişti.

Şimdi April’ın nerede olduğunu merak ediyordu.

Durup kulak kabarttı. April’ın odasından müzik sesi gelmiyordu. Sonra kızının bağırdığını duydu.

April’ın sesi arka bahçeden geliyordu. Riley nefes nefese yemek odasına ve oradan da büyük arka bahçedeki geniş verandaya çıktı. Çitlerin arasından April’ın yüzünü ve bedenini gördüğünde Riley’in neler olduğunu anlaması birkaç saniyesini aldı. Sonra gevşeyip gülmeye başladı. Otomatik biçimde paniklemeyi çok abartmıştı. Ama bu tamamen içgüdüsel gelişmişti. Kısa bir süre önce kendisinden intikam almak isteyen çılgın bir katilin pençesinden çekip almıştı April’ı.

April gözden kayboldu ve sonra keyifle bağırarak tekrar belirdi. Komşunun trampleninde zıplıyordu. Kendisiyle aynı yaşta ve hatta aynı okula giden yeni bir kız arkadaşı olmuştu burada. “Dikkatli ol!” diye seslendi Riley.

“Ben iyiyim anne!” diye geriye seslendi April nefes nefese.

Riley güldü. Unutmuş olduğu duyguları tekrar yaşaması tuhaf geliyordu. Gülmeye yeniden alışmak istiyordu.

Ayrıca kızının yüzünde mutluluk ifadesini görmeye de alışmak istiyordu. April’ın bir ergen olarak asi ve somurtkan olduğu günler daha dün gibiydi. Riley onu suçlayamıyordu. Anne olarak pek çok şeyi bırakmış olması gerektiğini biliyordu. Bunu değiştirmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu.

Bölge ajanlığından ayrılmasında en çok sevindiği şey sıkça gittiği uzak yerlerde beklenmeyen uzun saatler geçirmektem kurtulmuş olmasıydı. Şimdi onun zamanlaması April’ınkiyle örtüşüyordu ve bunun bir gün değişebileceği olasılığı Riley’i korkutuyordu.

En iyisi fırsat varken keyfini çıkarmak, diye düşündü.

Riley kapı zilini duyduğunda tam zamanında evden içeri girmişti.

“Ben açarım Gabriela.” diye seslendi.

Kapıyı açtı ve karşısında daha önce hiç tanımadığı bir adamın gülümsediğini görünce şaşırdı.

“Merhaba,” dedi adam biraz utangaç. “Ben Blaine Hildreth. Yan komşunuzum. Kızınız şu an kızım Crystal ile birlikte.” Riley’e bir kutu uzatıp ekledi, “Mahallemize hoş geldiniz. Size küçük bir ev hediyesi getirdim.”

“Oh,” dedi Riley. Bu alışık olmadığı samimiyetten rahatsız olmuştu. “İçeri gelin lütfen.” demesi biraz zamanını almıştı.

Kutuyu beceriksizce kabul edip adama oturma odasında bir koltuk gösterdi. Riley kanepeye oturup hediyesini kucağına koydu. Blaine Hildreth ona umutla bakıyordu.

“Çok kibarsınız,’’ dedi Riley paketi açarken. Pakette iki tanesi kelebekli ve iki tanesi de çiçekli olmak üzere bir takım kahve fincanı vardı.

“Çok güzeller,” dedi Riley. “Kahve ister misiniz?”

“Evet, lütfen,” dedi Blaine.

Riley, mutfaktan çıkan Gabriela’ya seslendi.

“Gabriela, bize bu fincanlarla kahve getirebilir misin lütfen?” dedi iki tane fincanı ona uzatırken. “Blaine, kahveni nasıl alırsın?”

“Koyu

lütfen.”

Gabriela fincanları mutfağa götürdü.

“Adım Riley Paige,” dedi Blaine’e. “Uğradığınız için teşekkür ederim. Hediyeniz için de.”

“Rica ederim,” dedi Blaine.

Gabriela fincanların içinde sıcak kahvelerle geldi ve sonra yeniden mutfaktaki işine döndü. Biraz utanarak da olsa kendisini erkek komşusuna yakın hissetmişti. Artık bekardı ve buna direnmesine gerek yoktu. Adamın bunu farketmemiş olmasını umuyordu.

Ah, tamam, diye düşündü. Belki o da benim gibi hissediyordur.

Önce adamın evlilik yüzüğü takmadığını farketti. Boşanmış ya da dul olabileceğini düşündü.

İkinci olarak adamın yaklaşık kendi yaşlarında, belki biraz daha küçük, otuzlu yaşlarının sonlarında olduğunu düşündü.

Son olarak da iyi göründüğüne ya da en azından idare ettiğine karar verdi. Alnındaki çizgiler onau bozmuyorlardı. Ayrıca zayıf ve formda görünüyordu.

“Peki neyle uğraşıyorsun?” diye sordu Riley.

Blaine omuz silkti. “Bir restoranım var. Şehirdeki Blaine’nin Grili’ni biliyor musun?”

Riley çok etkilenmişti. Blaine’in Gril’i Fredericksburg’ta yemek yenebilecek en iyi yerdi. Riley yemeklerin muhteşem olduğunu duymuş ama henüz deneme fırsatı olmamıştı.

“Orayı biliyorum

,” dedi.

“Güzel, orası benim,” dedi Blaine. “Peki ya sen?”

Riley derin bir nefes aldı. Tamamen yabancı birisine yaşamını kazanmak için ne iş yaptığını anlatmak hiç de kolay değildi. Özellikle erkekler bazen çekiniyorlardı.

“FBI’da çalışıyorum,” dedi. “Ben bölge ajanıyım.”

Blaine’in gözleri büyüdü.

“Gerçekten mi?” dedi.

“Yani şu an izindeyim. Akademide eğitmenlik yapıyorum.”

Blaine artan bir ilgiyle Riley’e doğru eğildi.

“Vay canına. Eminim sende gerçek hikayeler vardır. Bunları dinlemek çok hoşuma gider.”

Riley biraz tedirginlike gülümsedi. Büronun dışında herhangi birisine gördüklerini anlatıp anlatamayacağını bilmiyordu. Yaptığı bazı işler hakkında konuşmak bile çok zordu.

“Sanırım olmaz,” dedi hafif sert bir sesle. Riley, Blaine’in uzaklaştığını hissetti ve kendi ses tonunun biraz kaba çıktığını farketti.

Blaine başını eğdi ve, “Özür dilerim. Kesinlikle seni rahatsız edecek bir şey yapmak istememiştim.”

Bundan sonra birkaç dakika daha sohbet ettiler ama Riley yeni komşusunun çekingen ve sessiz olduğunun farkındaydı. Adam kibarca hoşçakal deyip gittikten sonra Riley kapıyı kapattı ve derin bir nefes aldı. Cana yakın davranmadığını biliyordu. Yeni bir hayata başlayan bu kadın hala eski Riley’di.

Ama bunun şu an için çok da önemli olmadığını anımsattı kendisine. Tekrar bir ilişkiye başlamak şu an düşündüğü en son şeydi. Hayatını düzene sokması için yapılması gereken önemli işler vardı ve bu yolda ilerlemeye başlamıştı.

Yine de çekici bir adamla birkaç dakika sohbet etmek ve nihayetinde komşulara sahip olmak ona iyi gelmiş ve bundan mutluluk duymuştu.

*

Riley ve April yemek için masaya oturduklarında April elinden telefonunu bırakmıyordu.

“Lütfen mesajlaşmayı bırak,” dedi Riley. “Şu an yemek zamanı.”

“Bir dakika anne,” dedi April mesaj yazmaya devam ederek.

April’ın sergilediği bu ergenlik tutumu Riley’in canını biraz sıkmıştı. Aslında bir terslik vardı. Riley bu yıl okulda iyi iş çıkarmış ve yeni arkadaşlar edinmişti. Riley’in anladığı kadarıyla bu çocuklar April’ın daha önce takıldığı arkadaşlarından daha iyiydiler. Riley, April’ın hoşlandığı bir çocukla mesajlaştığından emindi. Şimdiye kadar April ona bundan hiç söz etmemişti.

Gabriela mutfaktan bir tepsi chiles çili ile geldiğinde April mesajlaşmayı kesit. Gabriela buharı tüten nefis doldurulmuş biberleri mutfak masasına koyarken April muzipçe kıkırdadı.

“Picante yeterli mi Gabriela?” diye sordu.

“Sí,” dedi Gabriela da kıkırdayarak.

Bu, üçü arasında sürekli devam eden bir şakaydı. Ryan çok baharatlı yemeklerden hoşlanmazdı. Aslında baharatlı yemekleri hiç yemezdi. April ve Riley’e göre ise daha acı daha güzel demekti. Gabriela’nın eskisi gibi ya da en azından alıştığı gibi bunu sürdürmesine artık gerek yoktu. Riley, kendisinin ya da April’ın Gabriela’ya orjinal Guatemala yemek tarifleri verebilecekleri konusunda şüpheliydi.

Gabriela üçü için yemek servisini tamamladığında Riley’e, “Beyefendi guapo değil miydi?” dedi.

Riley kıpkırmızı olduğunu hissetti. “Yakışıklı mı? Ben farketmedim Gabriela.”

Gabriela kahkahalarla güldü. Onlarla birlikte yemek yemek için oturdu ve hafif bir şarkı mırıldanmaya başladı. Riley bunun bir Guatemala aşk şarkısı olduğunu düşündü. April annesine baktı.

“Hangi beyefendi anne?” diye sordu.

“Ah, az önce yan komşumuz geldi…”

April heyecanlanmıştı. “Aman Tanrım! Crystal’in babası mı? Oydu değil mi! Muhteşem biri değil mi?”

“Ayrıca bekar sanırım.” dedi Gabriela.

“Tamam. Bu kadar yeter,” dedi Riley gülerek. “Beni rahat bırakın. Yan komşumla aramı yapmanıza ihtiyacım yok.”

Hepsi birden biber dolmalarını yemeye başladılar ve yemek bitmek üzereyken Riley cebindeki telefonun çaldığını duydu.

Kahretsin, diye düşündü. Bu çağrıya masada yanıt veremem.

Telefon çalmaya devam etti. Yanıt vermemesi iyi olmayacaktı. Eve geldiğinden beri Brent Meredith ona iki mesaj daha bırakmıştı ve Riley kendi kendine sürekli onu daha sonra arayacağını söylüyordu. Bunu daha fazla erteleyemezdi. İzin isteyip masadan kalktı ve telefona yanıt verdi.

“Riley, seni böyle rahatsız ettiğim için özür dilerim,” dedi patronu. “Ama gerçekten yardımınıza ihtiyacım var.”

Riley, Meredith’in kendisini ilk ismiyle çağırdığını duyunca şaşırmıştı. Bu çok sık olmazdı. Kendisini ona çok yakın hissetse de Meredith genellikle ona Ajan Paige diye hitabederdi. Normalde neredeyse kabalık noktasında ciddi biriydi.

“Nedir efendim?” diye sordu Riley.

Meredith bir süre sessiz kaldı. Riley onun neden sessiz olduğunu merak etmişti. Enerjisi düşmüştü. Bunun kendisini endişelendirecek bir haber olduğundan emindi.

“Riley, senden kişisel bir iyilik rica edeceğim,” dedi. Sesi her zamankinden daha otoriterdi. “Phoenix’te bir cinayet davasına bakmam istendi.”

Riley şaşırmıştı. “Tek bir cinayet mi?” diye sordu. “Bunu neden FBI’dan istiyorlar?”

“Phoenix bölge ofisinde eski bir arkadaşım var,” dedi Meredith. “Garrett Holbrook. Akademide beraber okumuştuk. Kurban onun kız kardeşi.”

“Üzüldüm,” dedi Riley. “Ama yerel polis…”

Meredith’in sesinde çok rastlanmayan bir rica tonu vardı.

“Garrett’in bizim yardımımıza gerçekten ihtiyacı var. Kız kardeşi ortadan kayboldu ve ardından cesedi gölde bulundu. Bizden bunun bir seri katilin işi olup olmadığını araştırmamızı istiyor.”

Bu istek Riley’e biraz tuhaf gelmişti. Fahişeler öldürülmeden de sık sık ortadan kaybolurlardı. Bazen işlerini başka bir yerde yapmaya karar verirlerdi. Ya da sadece bırakırlardı.

“Böyle düşünmesinin özel bir nedeni var mı?” diye sordu Riley.

“Bilmiyorum,’’ dedi Meredith. “Belki bizi bu işin içine dahil etmek istiyor. Ama biliyorsun ki bu bir gerçek. Fahişeler sıklıkla seri katillerin hedefi olurlar.”

Riley bunun doğru olduğunu biliyordu. Fahişelerin yaşamı onları yüksek risk altına sokuyordu. Çoklukla ortalıkta ve kolay erişilebilir oluyorlar, uyuşturucu bağımlısı yabancılarla yalnız kalıyorlardı.

Meredith devam etti, “Beni şahsen aradı. Ona en iyi adamlarımı Phoenix’e göndereceğime söz verdim. Ve tabii bunlara sen de dahilsin.”

Riley etkilenmişti. Meredith kolayca hayır diyebileceği bir şey söylememişti.

“Lütfen anlamaya çalışın efendim,” dedi. “Yalnızca yeni bir iş alamam.”

Riley pek de dürüst olmadığının farkındaydı. Alamam mı yoksa almayacağım mı? diye sordu kendi kendine. Seri bir katil tarafından kaçırıp işkence edildikten sonra herkes ona işten izin alması için ısrar etmişti. Bunu yapmayı denemiş ama umutsuzca geriye işe dönme ihtiyacı duymuştu. Şimdi bu umutsuzluğun neden kaynaklandığını merak ediyordu. Pervasız ve kendini mahvedecek biçimde davranmıştı ve hayatını düzene sokmak için çok zamanı vardı. İşkencecisi Peterson’u öldürdüğü zaman her şeyin yoluna gireceğini sanmıştı. Ama onu hala etkiliyordu ve son davasını çözerken bazı sorunlar yaşamıştı.

Kısa bir sessizlikten sonra Riley, “İşten bir süre daha uzak durmaya ihtiyacım var. Teknik olarak hala izindeyim ve hayatımı yoluna koymaya çalışıyorum.”

Uzun bir sessizlik oldu. Meredith tartışacak gibi görünmüyordu. Rütbesini daha az kullanıyordu onun üzerinde. Ama bu konuyu onayladığını da söylemeyecekti. Baskı yapmayacaktı.

Riley, Meredith’in uzun ve derin derin içini çektiğini duydu. “Garrett, Nancy’yle uzun yıllardır görüşmüyordu. Şimdi bu onu içten içe yiyor. Eminim burada alınması gereken bir ders var, öyle değil mi? Hayatınızdaki kimseyi hafife almayın. Daima ona ulaşın.”

Riley neredeyse telefonu düşürüyordu. Meredith’in sözleri bir süredir bozulmayan sinirlerini ayağa kaldırmıştı. Riley kendi kız kardeşiyle yıllar önce iletişimini kesmişti. Araları açıktı ve onun nasıl olduğunu merak bile etmiyordu. Kendi kız kardeşinin şu an ne yaptığından haberi bile yoktu.

Başka bir sessizlikten sonra Meredith, “Bunu düşüneceğine dair bana söz ver.” dedi.

“Düşüneceğim,” dedi Riley.

Telefonu kapattılar.

Riley kendisini berbat hissediyordu. Meredith onun bazı zor zamanlarını görmüş ama ona hiç bu kadar açık davranmamıştı. Onu yüzüstü bırakmaktan nefret ediyordu. Ve ona bu konuyu düşüneceğine dair söz vermişti.

Ve hayır demeyi ne kadar isterse istesin, bunu yapabileceğinden emin değildi.

...
7