Читать бесплатно книгу «Şimdi ve Sonsuza Dek » Sophie Love полностью онлайн — MyBook
cover

Sophie Love
ŞİMDİ VE SONSUZA DEK (SUNSET LİMANI KONAĞI – 1. KİTAP)

Sophie Love

Hayatı boyunca romantizm kitaplarının fanı olan Sophie Love, ilk romantik serisini çıkarmaktan ötürü heyecan duyuyor: ŞİMDİ VE SONSUZA DEK (SUNSET LİMANI KONAĞI – 1. KİTAP). Sophie söyleyeceklerinizi duymak istiyor; ona e-posta atmak, e-posta listesine kaydolmak, ücretsiz e-kitap almak, güncellemelerden haberdar olmak ve bağlantıda kalmak için www.sophieloveauthor.com sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Telif Hakkı © 2016 Sophie Love'a aittir. Tüm hakları saklıdır. Bu eserin hiçbir bölümü hiçbir şekilde kullanılamaz, yayınlanamaz veya bir başkasına iletilemez veya yazardan izin alınmadan bir veritabanında saklanamaz veya yüklenemez. Bu e-kitap sadece kişisel zevkler çerçevesinde yararlanılabilir. Bu e-kitap hiçbir şekilde bir başkasına verilemez veya bir başkasıyla paylaşılamaz. Eğer bu e-kitabın içeriğini biriyle paylaşmak isterseniz lütfen bir kopya daha satın alınız. Eğer bu kitabı satın almadıysanız ve okuyorsanız lütfen bu kopyayı sahibine geri verin ve kendiniz için bir başka kopya edinin. Yazarın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz. Bu kitapta anlatılan hikaye bir kurgudur. Kurguda geçen isimler, karakterler, işletmeler, örgütler, yerler, olaylar bazen tamamen hayal ürünüdür bazen de kurgusal bir şekilde kullanılmıştır. Hayatta olan veya olmayan herhangi bir kişiye olan benzerlik tamamen rastlantısaldır. Kapakta kullanılan görselin telif hakkı STILLFX'e aittir ve Shutterstock aracılığıyla kitapta kullanım için lisanslanmıştır.

Birinci Bölüm

Emily, muhtemelen bu gece yüzüncü kez, kırışıklıkları açmak için, ellerini elbisenin siyah ipeksi kumaşında gezdirdi.

"Gergin gözüküyorsun," dedi Ben. "Yemeğine neredeyse hiç dokunmamışsın."

Önce, tabağındaki yarı yenmiş tavuğa, sonra da Ben'e bir bakış attı. Ben, özenle doldurulmuş yemek masasında, karşısında oturuyor ve yüzü mum ışığıyla aydınlanıyordu. Yedinci yıl dönümleri için onu New York'taki en romantik restorana getirmişti.

Tabii ki gergindi.

Hele de üç hafta önce çorap çekmecesinde saklı bulduğu, küçük Tiffany's kutusunun bugün öğleden sonra baktığında yerinde olmadığını gördükten sonra. Bu gece nihayet ona evlilik teklif edeceğinden emin hissediyordu.

Bu düşüncenin beklentisi kalbinin hızlı atmasına sebep oluyordu.

"O kadar aç değilim," diye cevapladı.

"Hmm," dedi Ben, biraz endişeli gözüküyordu. "Bu tatlı istemiyorsun anlamına mı geliyor? Benim gözüm tuzlu karamel musta."

Tatlı falan istemiyordu ama birden Ben'in yüzüğü belki de musun içine saklamış olabileceği telaşına kapıldı. Evlilik teklif etmek için biraz klişe bir yöntemdi ama artık yöntemi önemseyecek durumda değildi. Ben'in bağlılıktan korktuğunu söylemek hafif bile kalırdı. Diş fırçasını Ben'in evinde bırakabilmesi için birlikteliklerinin üzerinden iki yıl geçmesi gerekmişti – onun yanına taşınabilmesi için ise dört yıl.

Çocuk yapmaktan bahsedecek olsa, suratı kağıt gibi bembeyaz oluyordu.

"İstiyorsan, mus siparişini ver lütfen," dedi. "Benim hala bir bardak şarabım var."

Ben belli belirsiz omzunu silkti ve gelir gelmez onun boş tabağını ve Emily'nin yarısı yenmiş tavuğunu alan garsonu çağırdı.

Ben, ellerini uzattı ve onun ellerini, ellerinin içine aldı.

"Bugün güzel göründüğünü söylemiş miydim?" diye sordu.

"Henüz değil," dedi sinsice gülerek.

Ben de gülümsedi. "O zaman, güzel görünüyorsun."

Sonra cebine uzandı.

Emily'nin kalbi duracaktı. İşte bu kadardı. Gerçekten oluyordu. Yıllar boyu süren ızdırap ve Budist keşişi misali sabrının karşılığını almak üzereydi. Ben gibi bir adamı asla nikah masasına oturtamayacağını söyleyen ve bundan sanki zevk alan annesine yanıldığını kanıtlamak üzereydi. Son zamanlarda, bir bardak şarap içtikten sonra, Ben ile daha fazla vakit kaybetmemesi çünkü otuz beş yaşın doğru aşkı bulmak için çok da geç olmadığı konusunda onu telkin etmeye çalışan, en yakın arkadaşı Amy'den bahsetmiyordu bile.

Ben, cebinden Tiffany's kutusunu çıkarıp, masanın üzerinden ona doğru uzatırken boğazındaki düğümlenmeyi yuttu.

"Bu nedir?" diyebildi.

"Açsana," dedi sırıtarak.

Dizinin üzerine çökmüyor diye düşündü Emily, ama olsun. Geleneksel olmasına gerek yoktu. Sadece bir yüzük bekliyordu. Herhangi bir yüzük olurdu.

Kutuyu aldı, açtı – sonra kaşlarını çattı.

"Bu… ne…" diye kekeledi.

Şok içinde kutuya bakıyordu. Küçük bir parfüm şişesiydi.

Ben sırıttı, eseriyle gurur duyuyor gibiydi.

"Parfüm sattıklarını ben fark etmemiştim," diye cevapladı. "Sadece pahalı mücevherler satıyorlar sanıyordum. Sıkmamı ister misin?"

Emily, bir anda duygularını kontrol edemedi ve göz yaşlarına boğuldu. Tüm umutları yıkılıyordu. Bu gece teklif edeceğini düşünebildiği için bile salak gibi hissetti.

"Neden ağlıyorsun?" dedi ben kaşlarını çatarak sonra kırgın bir ifade oluştu suratında. "İnsanlar bakıyor."

"Düşünmüştüm ki…" diye kekeledi Emily, gözlerini masa örtüsüne dikerek, "geldiğimiz restorana ve bugünün yıl dönümümüz olmasını göz önünde bulundurarak…" Ağzından kelimeler çıkmıyordu.

"Evet," dedi Ben, sakince. "Bugün bizim yıl dönümümüz ve sana hediye aldım. Beklediğin kadar iyi bir şey değilse üzgünüm, ama sen bana hiçbir şey almamışsın."

"Bana evlilik teklif edeceğini sanmıştım!" Emily, peçetesini masaya fırlatarak ağlamaya başladı.

Odadaki insanlar yemeklerini bırakıp, onlara dönüp baktıkları için odadaki uğultu kesilmişti. Artık umurunda değildi.

Ben'in gözleri korkudan büyümüştü. Bir aile kurmaktan bahsettiği zamankinden bile daha korkmuş gözüküyordu.

"Niye evlenmek istiyorsun ki?" dedi.

Gerçek, Emily'nin yüzüne çarpmıştı. Onu ilk kez görüyormuş gibi yüzüne baktı. Ben asla değişmeyecekti. Asla bağlanmayacaktı. Annesi, Amy, her ikisi de haklılardı. Olmayacağı apaçık bir şeyi bekleyerek senelerini geçirmişti ve bu minik parfüm şişesi de bardağı taşıran son damla olmuştu.

"Bitti," dedi Emily nefes almadan, göz yaşları birden durmuştu. "Gerçekten bitti."

"Sarhoş musun sen?" dedi Ben, kuşkuyla. "Önce evlenmek istiyordun şimdi de ayrılmak mı istiyorsun?"

"Hayır," dedi Emily. "Sadece artık kör değilim. Bu, yani sen ve ben, hiçbir zaman doğru değildi." Ayağa kalktı, peçeteyi koltuğuna bıraktı. "Ben taşınıyorum," dedi. "Bu gece Amy'de kalacağım, yarın da eşyalarımı toplarım."

"Emily," dedi Ben, ona uzanarak. "Bu konu hakkında konuşabilir miyiz?"

"Neden?" dedi. "Kendi evimizi almadan önce bir yedi sene daha beni bekletmen için mi? Ortak bir banka hesabımız olmadan önce bir on yıl daha? Ya da beraber bir kedimiz olması konusunu düşünmen için bir on yedi yıl daha geçmesi için mi?"

"Lütfen," dedi ben sessizce, tatlısını getiren garsona bakıyordu. "Olay yaratıyorsun."

Farkındaydı ama umurunda değildi. Fikrini değiştirmeye niyeti yoktu.

"Konuşacak bir şey kalmadı," dedi. "Bitti. Tuzlu karamel musunun keyfini çıkar."

Ve söylediği son sözlerden sonra, restorandan hızlıca çıktı.

İkinci Bölüm

Emily, parmaklarının bir şey yapmasını, her hangi bir şey yapmasını umarak klavyesine baktı. Gelen kutusuna bir e-posta daha düştü ve ona da boş boş baktı. Ofisteki uğultu bir kulağından girip, diğerinden çıkıyordu. Konsantre olamıyordu. Sersem gibiydi. Amy’nin rahatsız kanepesinde geçen uykusuz gece, her şeyi daha da zorlaştırıyordu.

Bir saattir iş yerindeydi ama bilgisayarını açmak ve bir bardak kahve içmekten başka bir şey yapamamıştı. Aklı tamamen dün geceden hatırladıklarıyla doluydu. Kafasında Ben’in suratı canlanıp duruyordu. Korkunç akşamı düşündüğü her an panik oluyordu.

Telefonunun ışığı yanıp sönmeye başlayınca, milyonuncu kez arayan Ben’in ismini görmek için ekranına baktı. Gene arıyordu. Bu çağrılardan hiçbirini cevaplamamıştı. Şimdi konuşulacak ne olabilirdi ki? Son yedi yılını Emily ile birlikte olup olmak istemediğine karar vermeye çalışarak geçirmişti – şimdi bir son dakika girişimi bir işe yaramazdı.

Ofis telefonu çalmaya başlamıştı, yerinden sıçradı sonra telefonu açtı.

“Alo?”

“Merhaba Emily. Ben on beşinci kattan Stacey. Bu sabahki toplantıya katılman gerektiğiyle ilgili bir not almışım, neden katılmadığını sormak istedim.”

“SİKTİR!” dedi, telefonu indirerek. Toplantıyı tamamen unutmuştu.

Masasından kalktı ve ofisin içinden asansörlere doğru koştu. Delirmiş hali, çocuk gibi fısıldaşmaya başlayan çalışma arkadaşlarını eğlendirmiş gibi gözüküyordu. Asansöre ulaşınca elinin içiyle butona bastı.

“Hadi, hadi, hadi!”

Çok uzun sürmüştü ama sonunda asansör gelmişti. Emily aceleyle içeri girerken dışarı çıkmaya çalışan birine çarptı. Geri çekilirken fark etti ki çarptığı kişi patronu Izelda idi.

“Çok üzgünüm,” diye kekeledi.

Izelda onu baştan ayağa süzdü. “Tam olarak ne için? Bana çarptığın için mi yoksa toplantıya katılmadığın için mi”

“Her ikisi için de,” dedi Emily. “Şimdi oraya geliyordum. Tamamen aklımdan çıkmış.”

Ofisteki herkesin bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Şu an en son ihtiyacı olan şey topluluk önünde aşağılanmaktı, ki Izelda bunu yapmaktan oldukça zevk alıyordu.

“Bir takvimin var mı?” dedi Izelda kollarını önünde bağlayıp sakince.

“Evet.”

“Nasıl kullanıldığını biliyor musun? Nasıl yazı yazacağını?”

Emily, arkasındaki insanların gülüşlerini bastırmaya çalıştıklarını duyabiliyordu. İlk yapacağı şey bir çiçek gibi boynunu bükmekti. İzleyici kitlesi önünde küçük düşürülmek ona göre kabustu. Birden garip bir netlik hissi geldi, dün gece restoranda olduğu gibi olmalıydı. Izelda saygı duymak ve kaprislerine boyun eğmek zorunda olduğu bir otorite figürü değildi. Sadece yapabildiği herkesten sinirini çıkarmaya çalışan sert bir kadındı. Ve arkasında fısıldaşan çalışma arkadaşlarının da hiçbir önemi yoktu.

Bir farkındalık dalgası Emily’yi adeta aydınlattı. Hayatında hoşlanmadığı tek şey Ben değildi. İşinden de nefret ediyordu. Bu insanlar, bu ofis, Izelda. Bu yerde sıkışıp kalmıştı, aynı Ben’de olduğu gibi. Ve buna daha fazla katlanmayacaktı.

“Izelda,” dedi Emily, ilk kez ona ön adıyla sesleniyordu. “Şimdi dürüst olacağım. Toplantıyı kaçırdım, aklımdan çıktı. Bu dünyadaki en büyük problem olmamalı.”

Izelda ters ters baktı.

“Bu ne cüret!” diye patladı. “Gelecek aya kadar gece yarısına dek, bir şeyleri zamanında yapmayı öğreninceye kadar çalışacaksın!”

Bu sözlerle birlikte Emily’ye omuz atıp, ona sürtünerek gözlerinde rahatlamış bir ifadeyle hızlıca geçti.

Ama Emily henüz rahatlamamıştı.

Emily uzandı ve Izelda’yı omuzundan yakalayarak durdurdu.

Izelda döndü ve yüzünü ekşitti, Emily’nin elini sanki bir yılanmış gibi itti.

Ama Emily durmuyordu.

“Bitmedi,” diye devam etti Emily, sesi oldukça sakindi. “Dünyadaki en kötü şey bu yer. Sensin. Bu salak, küçük, ruh çürütücü iş.”

“Pardon?” diye bağırdı Izelda, suratı sinirden kızarıyordu.

“Beni duydun,” diye cevapladı Emily. “Aslında, eminim herkes beni duydu.”

Emily, omuzunun üzerinden şaşkına dönmüş iş arkadaşlarına baktı. Kimse sessiz, uysal Emily’den böyle bir çıkış beklemiyordu. Ben’in dün geceki “olay yaratıyorsun” uyarısını hatırladı. Ve işte, bir tane daha yaratıyordu. Sadece bu seferkinden zevk alıyordu.

“İşini alıp götüne sokabilirsin Izelda,” diye ekledi Emily.

Arkasındakilerin nefesinin kesildiğini duyabiliyordu.

Asansöre doğru, Izelda’yı geçip gitti ve topuklarının üzerinde döndü. Bunu son kez yaptığını fark etmenin verdiği rahatlıkla zemin katın butonuna bastı ve sonra nutku tutulmuş çalışanların bakışlarını asansör kapısını kapanıp onları yok edene kadar seyretti. Daha önce hiç olmadığı kadar rahatlamış ve hafif hissederek derin bir nefes verdi.

*

Emily evinin merdivenlerini, aslında hiçbir zaman onun evi olmadığını fark ederek hızlıca çıktı. Her zaman Ben’in evinde yaşadığını düşünüp kendini olabildiğince küçük ve dikkat çekmeyecek kılmaya çalışmıştı. Neyse ki işte olduğunu ve onunla uğraşmak zorunda kalmayacağını düşünerek anahtarlarını aradı.

İçeri girdi ve oraya başka gözlerle baktı. Buradaki hiçbir şey onun zevkine uymuyordu. Her şeyin yeni bir anlamı vardı: Ben ile kavga ederek aldıkları korkunç kanepe (Ben galip gelmişti); bir ayağı diğerlerinden kısa olduğu için oynayıp duran ve her zaman atmak istediği salak sehpa; gereksiz büyüklükteki ve haddinden fazla pahalı ve yer kaplayan televizyon (Ben’in ihtiyacı vardı çünkü onu hayatta makul hissettiren ‘tek şey’ olan spor programlarını izlemek istiyordu). Kendi romans kitaplarının nasıl da alt raflara itelendiğini fark ederek raftan birkaç kitap aldı (Ben, her zaman, eğer arkadaşlarının raflarda romans kitapları görürse onun daha az entelektüel birisi olduğundan şüpheleneceklerini düşünürdü – onun tercihleri akademik makaleler ve felsefe idi, gerçi hiçbirini okuduğunu görmemişti.)

Şömine rafındaki fotoğraflara, almaya değer bir şey var mı diye göz attı ve fark etti ki olduğu her fotoğraf Ben’in ailesi ileydi. Şunda yeğeninin doğum günündelerdi, bunda da kız kardeşinin düğününde.  Ailesindeki tek kişi olan kendi annesiyle tek bir fotoğraf olmaması bir yana, Ben ikisiyle hiç yalnız vakit geçirmemişti. Emily birden kendi hayatında bir yabancı olduğunu fark etti. Kendi yolundan gitmektense yıllardır bir başkasının yolunda yürümüştü.

Dairenin içinde, banyoya doğru hızlıca yürüdü. Burası onu gerçekten ilgilendiren şeylerin olduğu tek yerdi – güzel banyo ürünleri ve makyaj malzemeleri. Ama bunlar bile Ben için problemdi. Sürekli olarak ne kadar çok ıvır zıvırı olduğu ve bunlara ne kadar çok para harcadığıyla ilgili söylenip duruyordu.

“Harcadığım kendi param!” diye bağırdı aynadaki yansımasına, bütün eşyalarını bir torbaya doldururken.

Banyoda oradan oraya koşturup yarı dolu şampuan şişelerini torbasına doldururken deli bir kadın gibi göründüğünün farkındaydı ama umurunda değildi. Ben ile olan hayatı yalandan başka bir şey değildi ve bundan olabildiğince çabuk kurtulmak istiyordu.

Yatak odasına geçti ve yatağın altından valizini çıkardı. Tüm kıyafetlerini ve ayakkabılarını çabucak içine doldurdu. Eşyalarını toplamayı bitirdiğinde valizi sokağa kadar sürükledi. Sonra, final bitirişi olarak, daireye geri döndü ve anahtarı Ben’in “hassas” sehpasının üzerine bıraktı ve çıktı, hiç dönmemek üzere.

Kaldırımda beklerken her şeyin bittiğini henüz anlamıştı. Birkaç saatlik bir zaman dilimi içerisinde kendini evsiz ve işsiz bırakmıştı. Yeniden bekar olmak tamamdı ama bütün hayatına son vermek biraz farklı bir konuydu.

Küçük panik ataklar etrafını sarmaya başlamıştı. Telefonunu çıkarıp Amy’nin numarasını tuşlarken elleri titriyordu.

“Selam, n’aber?” dedi Amy.

“Çılgınca bir şey yaptım,” diye cevapladı Emily.

“Devam et…” dedi Amy.

“İşten ayrıldım.”

Amy’nin tuttuğu nefesi verdiğini duydu.

“Oh, çok şükür,” diyordu arkadaşının sesi. “Ben’le barıştığını söyleyeceksin sanmıştım.”

“Hayır, hayır, tam tersi. Eşyalarımı topladım ve evden ayrıldım. Sokakta evsiz gibi duruyorum şu an.”

Amy gülmeye başladı. “Nasıl göründüğünü hayal edebiliyorum.”

“Komik değil!” Emily öncekinden daha panikli cevaplamıştı. “Şimdi ne yapacağım? İşten ayrıldım. İşim olmadan bir ev de tutamayacağım.”

“Biraz komik olduğunu itiraf etmek zorundasın,” dedi Amy kıkırdayarak. “Hepsini buraya getir” diye de ekledi soğukkanlı bir ses tonuyla. “İşleri yoluna koyana dek benimle kalabileceğini biliyorsun.”

Ama Emily istemiyordu. Hayatının en güzel yıllarını başkasının evinde, kendi evinde misafir gibi hissettirilerek, orada olması Ben’in ona yaptığı bir iyilikmiş gibi geçirmişti. Bunu daha fazla istemiyordu. Kendi iki ayağı üzerinde durmak ve kendi hayatını yaratmak zorundaydı.

“Teklifin için teşekkürler,” dedi Emily, “ama bir süre için kendimle kalmalıyım.”

“Anladım,” diye cevapladı Amy. “O zaman ne yapacaksın? Şehri bir süreliğine terk etmek? Aklını toplamak?”

Bu Emily’yi düşündürmüştü. Babasının Maine’de bir evi vardı. Çocukken yazları orada kalırlardı ama yirmi yıl önce ortadan kaybolduğundan beri boş duruyordu. Eskiydi, bir karakteri vardı, ve bir nokta da mükemmeldi; yani tarihi açıdan bakıldığında, bir evden daha çok kötüye giden bir pansiyona benziyordu.

Eskiden de durumu vasatın altında olan evin, yirmi yıl boyunca terk edildikten sonra, şimdi daha iyi durumda olmayacağını biliyordu Emily; üstelik şimdiki boşluğu eskisiyle aynı olmayacaktı – ya da artık o çocuk değildi. Yazın yanından geçmediğimizden bahsetmeye gerek bile yoktu. Aylardan şubattı!

Ve birden birkaç günlüğüne, onun olan (kısmen) bir yerde  sadece verandada oturup okyanusa bakma fikri çok romantik gelmişti. Hafta sonu için New York’tan ayrılmak kafasını temizlemek ve bundan sonra ne yapacağına karar vermek için harika bir yoldu.

“Kapatmalıyım,” dedi Emily.

“Bekle,” diye cevapladı Amy. “Önce nereye gideceğini söyle!”

Emily derin bir nefes aldı.

“Maine’e gidiyorum.”

...
6

Бесплатно

5 
(1 оценка)

Читать книгу: «Şimdi ve Sonsuza Dek »

Установите приложение, чтобы читать эту книгу бесплатно

На этой странице вы можете прочитать онлайн книгу «Şimdi ve Sonsuza Dek », автора Sophie Love. Данная книга имеет возрастное ограничение 16+, относится к жанрам: «Современные любовные романы», «Зарубежные любовные романы». Произведение затрагивает такие темы, как «любовные отношения», «романтические отношения». Книга «Şimdi ve Sonsuza Dek » была издана в 2019 году. Приятного чтения!